Kendi Kendini Gerçekleştiren Kehanet

Terk edileceğimize inanıyorsak ilişki içinde de bu korkuyla hareket ederek otantiklikten uzaklaşır ve sonunda gerçekten terk ediliriz. Bir dersten kalacağımızı düşünüyorsak yeterince çalışmaz ve sonunda gerçekten kalırız. Bir partiye gittiğimizde konuşma başlatmakta kötü olduğumuzu, sıkıcı olduğumuzu düşünüyorsak bedensel olarak öylesine gergin bir izlenim veririz ki gerçekten de kimse bize yanaşarak sohbet başlatmaz. Peki, kötüye dair korkumuz gerçekten o olayın kötü sonuçlanmasına neden oluyor olabilir mi?

1968 yılında Robert Rosenthal, gözlemlerine dayanan teorisini test etmek için bir okulda deneysel bir çalışma yürütür. Bu çalışmada çocuklara IQ testi uygular ve öğretmenlere belli çocukların üstün zekâlı olduğunu söyler. Oysa çocuklar rastgele seçilmiş, üstün zekâlı olmayan sıradan çocuklardır. Sene sonunda çocuklara yeniden IQ testi uyguladığında üstün zekâlı olduğunu söylediği sıradan çocukların gerçekten de zekâ puanlarını arttırdıkları ve ders başarı düzeylerinin önceki yıllara göre yükseldiği gözlemlemiştir. Rosenthal’ın teorisi böylece kanıtlanmış olup aslında sadece öğretmenlerin üstün zekâlı etiketi verdiği çocuklara yönelik dile dökülmemiş yüksek beklentileri, yüz ifadeleri, öğrencilerle değişen iletişimleri; sonunda bu çocukların gerçekten performanslarını yükseltmelerine neden olmuş, böylece “kehaneti” gerçek kılmışlardır. Aslında öğretmenlerin bu öğrencilere ayırdığı sürenin değişmemiş, ancak ilişkilerinin niteliği değişmiştir. Beklenti etkisi, Rosenthal Etkisi, Pygmalion Etkisi ya da kendi kendini gerçekleştiren kehanet olarak adlandırılan bu fenomen, 1998 yılında ilişkiler açısından da incelenmiştir (Downey ve ark., 1998). Çalışmada reddedilmeye dair hassasiyeti olan, yani terkedilmeye dair kaygılı bir bekleyişi, terk edilme işaretlerine dair duyarlılığı ve aşırı yorumlaması olan kişilerin gerçekten de başkalarından reddedecek şekilde davranmaya yönlendiren bir kendi kendini gerçekleştiren kehaneti yaşayıp yaşamadıklarına bakılmıştır. 75 çiftle gerçekleştiren çalışmanın katılımcısı çiftlerden terk edilmeye karşı yoğun duyarlılığı olan kişilerin partnerleri, bu duyarlılığa sahip olmayanların partnerlerine göre herhangi bir çatışma sonunda daha yoğun ayrılık düşüncesi ve ilişki tatminsizliğine sahip oldukları, terk edilmeye dair hassasiyeti olan kişilerin çatışma olmayan günlerde dahi partnerleri tarafından daha az kabul gördükleri, terk edilmeye dair hassasiyet yaşayan kimselerin ilişkileri kopmaya daha meyilli olduğu bulgulanmıştır.

Kendi kendini gerçekleştiren kehanetler çoğu zaman keder, başarısızlık, hayal kırıklığı, reddedilme ya da diğer üzücü sonuçlara karşı korunma girişimidir. Oysa araştırmalar gösteriyor ki bizi üzecek bir sonuca dair, daha o kötü olay olmadan hazırlanmak, kötü olay gerçekleştiğinde bize hiçbir avantaj sağlamıyor. En büyük korkularımız, zihnimizi çokça meşgul ediyor, kaygı yaratıyorsa bir an önce gerçekleşsin, yüzleşelim ve kurtulalım da isteriz. İnsanların bize dair, bizim dünya ve insanlara dair, kendimize dair beklentilerimiz, etiketlerimiz dil üstü bir iletişimle birbirimize geçer. Tavır, tutum ve davranışlarımızla kendimize dair etiketi doğrulayacak şekilde davranır, bunların sonucunda etiketimizi iyice pekiştiririz. Bu etiketlerin ne kadar olumlu ya da olumsuz olacağıysa bizim seçimimizdir.

 

  • Rosenthal, R. & Jacobson, L.F. (1968). Teacher expectations for the disadvantaged. Scientific American, 218(4), 19-23.
  • Downey, G., Freitas, A. L., Michaelis, B. & Khouri, H. (1998). The self-fulfilling prophecy in close relationships: Rejection sensitivity and rejection by romantic partners. January 2004. Journal of Personality and Social Psychology 75(2).